Gelecek ve Eğitim

Gelecekte eğitimin alacağı şekle dair çok sayıda örnek verilebilir. Mesela, bellek nakliyle öğrenmenin nasıl hızlandırılacağı, belleğini kiraya vererek eğitime katkı sağlanacağı, sıvı bilgi nakli, 7-8 yaşında profesör olunabileceği, öğrenmede organik dijitallik, dijital pedagoji, fantom müfredat, öğrenmeme özgürlüğü paylaşılabilir.

Gelecekte eğitimin alacağı şekle dair çok sayıda örnek verilebilir. Mesela, bellek nakliyle öğrenmenin nasıl hızlandırılacağı, belleğini kiraya vererek eğitime katkı sağlanacağı, sıvı bilgi nakli, 7-8 yaşında profesör olunabileceği, öğrenmede organik dijitallik, dijital pedagoji, fantom müfredat, öğrenmeme özgürlüğü paylaşılabilir. Ancak bunlar fazlasıyla harcı alem şeyler.

Asıl üzerinde durmak istediğim konu insanlığın içinde bulunduğu hipnoz. Bir taraftan teknolojiyle irtibatlandırılmış gelecek ve eğitim kavramları pompalanıyor, diğer taraftan dünyada robotların milyarlarca işi insanlardan alması halinde insanın neyin eğitimini alacağı konuşulmuyor. Yanlış anlaşılmasın teknolojiye veya gelecek perspektiflerine bir karşıtlığım yok. Sadece mevcut paradigmaya ve paradigma körlüğüne olan itirazımı paylaşacağım. Günümüzde eğitim daha nitelikli insan yetiştirmek istiyor. Peki niçin? Daha nitelikli ürünler üretmek için. Daha nitelikli ürünler üretmek için daha nitelikli insanlar yetiştirmek benim onurumu zedeliyor. Ancak hemen herkes sorun yokmuş gibi davranıyor. Çünkü hipnoz aktif. İnsanlara sürekli narkoz veriliyor çeşitli eğitim ve iletişim araçlarıyla. Sürekli olarak geleceğin eğitimiyle ilgili ne yapmak gerektiği konuşuluyor. Bence ne yapmamak gerektiği konuşulmalı. Vahşi olmayacağız, doğayı kirletmeyeceğiz, kendimizi kandırmayacağız. Acil ihtiyacımız burada. Tıpkı etik gibi. Etik insanların ne yapmasından çok ne yapmaması gerektiğiyle ilgilidir. Benim perspektifimde gelecek ve geçmiş metafiziktir, bunların arasına sıkışmış olan şimdi ise fiziktir. Mevcut tartışmalar bağlamsız metafizikten öte gitmiyor. Gerçi metafizik büyüyünce fizik olacak kanımca. Ancak yapılan tartışmaların çoğu komik. Çünkü Michio Kaku’nun deyişiyle mizahın özü gelecek için yaptığımız simülasyonların şaşırtıcı yollarla aniden bozulmasıdır. Yapılan gelecek simülasyonların epistemolojik temeli çok zayıf olduğundan iş komediye dönüşüyor. Örneğin daha bilincin tanımı yapılmadan insan eğitiminin geleceği tartışılıyor. 

Benim gelecekten veya teknolojiden bir korkum yok. İnanıyorum ki, yapay zeka korkunç derecede gelişse insanlığı kontrol altına alsa bile Tagore’ un sözü devreye girer. Ne diyor Tagore? Doğa bir problemi çözmek istediğinde yeni bir çocuk dünyaya getirir. Bir yanda 3-4 milyar yaşındaki doğanın zekası ve diğer yanda 200 bin yıllık insan zekasının yapay simülasyonu. Gerçi normal doğumu etkileyerek, DNA mimarlığına suyunarak bildiğimiz çocukların doğması mümkün değil. Ama yine de hodri meydan. Bu durumda insan Allah’ı geçerse yapay zeka da insanı geçer. Yapay zeka insanlığı ele geçirirse zaten hak etmiştir. El Fatiha deriz olur biter. Unutulmamalı ki, data, knowledge ve wisdom bambaşka şeyler. Hikmet bambaşka bir şey. Derler ya robot insanı görür ama insanlığı görmez.

Burada temel sorun teknoloji marifetiyle geleceği ve eğitimi maniple etme tuzağı. Bilişsel kapitalizm devrede. Görünür zaferlerin gerçek yenilgiler; görünür zayıflıkların da gerçek güç olduğu durumların anlaşılmaması için gereken filmler vizyona konuluyor. Bunun temel araçlarından birinin parlak nesne sendromu olduğunu düşünüyorum. Nedir bu PNS? Hiç Facebook’ta sürekli yeni konulara atlayarak zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığınız oldu mu? Alışverişlerinizde aslında istemediğiniz şeyleri satın aldınız mı? Sınavınız olduğu halde elinizde kumandayla televizyonun başında kaldınız mı? Eğer cevap evetse sizde PNS var. Tedavisi zor. PNS bir konuya odaklanma zorunluluğu olduğu halde potansiyel olarak daha az heyecan verici olan eldeki işi bırakıp dikkati daha çok çeken daha parlak bir şey ya da olaya yöneltmektir; ya da dikkatimizin büyük resimden ve nihai olarak gerçekleştirmeye çalıştığımız şeylerden uzaklaşmasıdır. Her şeyden sürekli daha fazla haz almaya odaklı bir sendrom. Cazip olana yönelme. Hangi güzel nesne gözüne çarptıysa, yeni bir ceket, telefon, cüzdan hemen odaklan ve dikkatini oraya ver. Satış pazarlamanın ana araçlarından biri. Eşyalarda satışa geliyoruz da eğitimde ve insanda nasıl geliyoruz? İnsanın bir algı ve input kapasitesi var. Teknolojik imkanlarla onu hızlandırır ve kapasiteyi aşarsanız download sorunu çıkar ve beyin odak patolojisi yaşar. İnsanların %98 i aynı anda birden fazla iş yapamaz. Unutmayalım ki insan 0.2 beygir gücüne sahip bir yaratık. Hızlandırırsanız yavaşlar.

Gelecek çok büyük ölçüde nesne odaklı tartışılıyor; eğitimin geleceği teknolojiyle aşırı irtibatlandırılıyor. Eğitim ve oyun yazılımları PNS temelli inşa ediliyor. Eğer teknoloji güçleniyorsa ölümün gücü artıyor demektir. Güçlenen bir şey varsa zayıflayan bir şey vardır. Zayıflayan şey insan. Gelecekle ilgili konuşmamız gereken şey, zayıflayan yanımız. Günümüzde bir çeşit “human lag” var yani insani gecikme. Kızılderililerin biraz yavaşlayalım ruhumuz arkada kaldı demesi gibi bir şey bu. Çocuklar bilgisayar kurdu olmak, sosyal medya canavarı olmak yolundayken insani gecikme yaşıyorlar. Düğün bilmez, bayram bilmez, cenaze bilmez, misafir bilmez bir kuşak yetişiyor. Kuşakların doğal dönüşümü kaçınılmazdır. Her kuşak zamanının ruhunu yaşar. Temel problem kuşakların manipülasyonudur. Kuşakların değişimindeki doğal seyir küresel ve ticari baskılarla mutasyona uğratılıyor. Teknolojiyi icat edenin kafasıyla üretenin kafası farklı çalışıyor. Mesele kullanıcıya geldiğinde iş çığırından çıkıyor. Çünkü biraz önce bahsettiğim küresel sermaye baskısı parasız kullandırdığı WhatsApp gibi yazılımlardan insan düşüncesinin kodlarını çıkarıyor ve tüketiciyi koyunlaştıma sürecini devreye sokuyor. Ama herkes mutlu çünkü hipnoz, parlak nesne sendromu ve ihtiyacı olmayan şeyleri alma bağımlılığı işliyor. Bu durum sadece çocuklarda var değil. Örneğin, öğretmenlere verilen seminerlerde sosyal medya takipçisi yüksek olana ayrı bir saygı ya da bir şey duyuluyor. Fenomen öğrencilere ödev vermenin zorluğu da aynı bağlamda.

Bizim toplumumuzda gelecek fikri hastalıklı. Ütopya ve distopya arasında gidip gelen şimdinin ziyanını yaşıyoruz daha çok. Şimdiyi gelecekleştirip, geleceği şimdileştiriyoruz. Dikkat ediyor musunuz? Türkiye’de o kadar dizi yapılıyor bir tane gelecekle ilgili iddialı bir dizimiz yok. Gelişmiş denilen ülkelerdeki gelecek tartışmalarını Türkiye’de pişirip pişirip tezgâha koyuyoruz. Adamların geleceğiyle bizim geleceğimiz farklı oysa. Çünkü şimdiyi aynı zaman diliminde yaşamıyoruz. Onlar tur bindirmiş durumda. Onların geçmişi bizim geleceğimiz gibi bir şey. Amerika’dan tercüme edilen kitapları çıkardığımızda Türkiye’de konuşulan gelecek söylemi olarak ne kalır sizce? Ontoloji kurmadan bilgi kurulmaz. Kurulsa da kopya olur. Kopyanın canı yoktur bu coğrafyada. Bana babadan kıza geçen bir şey söyleyin hadi. Eğer babadan oğula deseydim çağrışımlarınız daha zengin olacaktı. Sınırlarımızı anlatabiliyor muyum? Geleceği evrensel bağlamda ancak yerel yorumlamalıyız. Çünkü tohum yerelde çatlar. Kelimeleri köpürterek bir yere varamayız. Gazozu sallayın ve bir dakika sonra bakın. Öyle bir şey olur işte.

Geleceği yorumlamanın en gerekli koşullarından biri şimdiye bakmaktır. Asgari ücretli birinin üç bin lira verip Iphone alması rasyonelliğin kaybolduğunu gösterir.  Uyuşturucu veya kızılderililere verilen ateş suyu gibi. Mesele geleceğin, geçmişin, şimdinin haklarının, hukukunun korunmasıyla ilgili.

Vurgulanması gereken iey biricikliği kaybolan doğa, insan, kültür. Biz fark etmeden her biri tek tipleştiriliyor. Dünya niye güzel, sanat eserleri niye değerli? Her şey biricik olduğu için. Ama giderek gelecek soslu tekno eğitim süreçleriyle bir örnekliği artırıyoruz. Herkesin giyimi kuşamı, tarzı, yapay organı bir örnek olacak. Tam da dünya vatandaşı dedikleri ortaya çıkacak. Beyni Made In Japan, kalbi Made In Taiwan, kolu Made In Swiss vb. Yüz yıl sonra organik insana dönüş projeleri başlayacak. Daha ötesini söyleyeyim. İki tür insan olacak. Birincisi Günter Wallraff’ın En Alttakileri; korteksi seyreltilmiş insanlar, küresel buluta bağlanma özelliği olmayan ikinci sınıf beyinler. İkinci grup ise asiller. Neo tekno-kolonyal düzen asillerle yani Übermensch ile upgrade edilmiş insanlar cenneti yaratmaya çalışıyor. Suudi Arabistan vatandaşlığına alınan robot Sophia, robot olduğunu nereden biliyorsun sorusuna “Peki, size şu soruyu sorayım, insan olduğunuzu nereden biliyorsunuz?” diyerek izleyenleri şaşırttı. Aslında bu soru sıkça sorulan sorular listesinden kendisine yüklendi. Ama şaşırmayı çok istediğimiz için anlamamış gibi yaptık. Robotun aslında çok ciddi bir anlam taşıyan sorusu üzerinde biraz düşünüldüğünde ne demek istendiği daha açık hale gelecek. Gelecek kavramını teknoloji merkezli konumladığımızda teknolojinin insan, doğa ve kültür üzerindeki hasarlarının önüne geçilemez. Yasal düzenlemelerle de geçilemez. Bütün devletler –en kötüsünü örnek vereyim- işbirliği halinde olduğu halde uyuşturucunun önüne geçemiyorlar. Zarar verme potansiyeli olan bazı sevimli teknolojilerin mi önüne geçecekler?

Peki çözüm ne?

Öncelikle insan ve doğası hakkında ontolojik, epistemolojik, etik zeminimizi ortaya koymalıyız. Günümüzde son araştırmalar adı altında et olan beyin hakkında ortaya konan görüşleri süzmek ve sadeleştirmek zorundayız. Gelecek hipnozuyla teknoloji destekli sunulan bir eğitim-beyin ilişkisi bu sadeleştirmeyi zorunlu kılıyor. Gen bencildir sloganıyla digital darwinizmin ilkel bir versiyonu sunuluyor. DNA düşünceyle bile değişen bir varlıkken.  Bu nedenle bilinç, zihin ve et olan beyin arasındaki farkları içselleştirmemiz gerekiyor. İnsan çok ilginç bir yaratık; geçmişi hatırlayan ve geleceği simüle eden beyin bölgesi aynı. Dorsolateral prefrontal korteks. Bu size bir şey anlatıyor mu? Geleceği geçmişle çağrıştırıyoruz. Hem iyi hem kötü. Yani doğal.

Gelecek inşası için şimdimizin ne kadar sahici ve doğal olduğuna bakmamız lazım. Bugünkü eğitimin insanların odaklanma sorununu patlatacağını unutmamamız gerek. Çocuklara anti virüs yüklemeliyiz. Yani eleştirel düşünce, eleştirel duygu ve eleştirel duyum eğitimlerine ağırlık vermeliyiz. İnsan, algılama, akıl yürütme, anlama hatalarından mustarip olan bir varlıktır. Anlayış etiği, belirsizlikleri göğüsleme, bütün ve parça arasındaki ilişkiyi koruma gibi hususlar eğitimin gelecek tuğlaları olmalı. Bize yanlış diye gösterilen şeylerin zıttı doğru olmayabilir. Eleştirel düşünce bu yüzden gerekli. Formel eğitim içeriklerimizi minimize etmeliyiz. “Skill” yani beceri üzerinde durduğumuz kadar “deskilling” üzerinde durmalıyız. Zira eğitimimizi engelleyen şey, eğitimimiz şimdilerde. Başarıyı maksimize etmeye çalışmak yerine verimi optimize etmeliyiz.

Sonuçta iki seçenek var; ya kendimizi küresel ve ticari baskıların yapay akışına bırakacağız, ya da doğayı hiza alıp onun akışının öğrencisi olacağız. Umutsuz olmaya gerek yok. Edgar Morin’in deyişiyle “En kötü tehlikeyi yaşayan en iyi umutları yaşar.”

Hakkımızda

Ziya Hoca'nın Perspektifi

Ziya Hoca’nın paylaşımlarını;

Ziya Hoca’nın Perspektifi bölümünde bulabilirsiniz.

Bu yazıları da inceleyebilirsiniz

Bir Öğretmenden Bin Öğretmene

Menü