Günümüzde her insan diğerlerinden üstün gelmesi gerektiğine inandırılıyor. “Diğeri değil ben kazanmak zorundayım, ilk olmalıyım, rekabetçi olmak zorundayım” duygusu hakim. Bu duyguyu uyandırdıktan sonra “Böyle bir anlayışı desteklemek ve öne çıkmanızı sağlayacak değişim, inovasyon bizde. Bize gelin” demek her şeyden önce insan olmamızın önünde bir engel. Bir insanın elinden geldiği kadar insan olması muhteşem bir şeydir. Bunun için bilimin yardımı gerekmez” der Catherine Roberts. Okulda ya da evde bir çocuğa “Umarım birincisindir” demek suç sayılmalı aslında. Çünkü doğada sadece farklılıklar var, hiyerarşi yok. Başarılı olmaya zorlamak, kendisini diğerlerinden yalıtmasını, ayırmasını, arkadaşlarına karşı mücadele etmesini istemek anlamına geliyor.
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki başarıyı yönetmek başarısızlığı yönetmekten daha zor. Çok başarılı insanı yönetmek mi daha kolay yoksa başarısız insanı mı? Neoliberal-kapitalist düzenin, eğitimi içine soktuğu rekabet olmadan da bir toplum inşa edilebilir. Bir bilge der ki “Maddi başarı hatırlamakla, manevi başarı unutmakla olur”. Nasıl dengeleyeceğiz? Bunun arkasında bir ideoloji yatıyor. İnsan doğasının aleyhine çalışan pragmatist bir ideoloji. Bu çıkarcı ideolojiyi kabul ettik mi ki diğerlerini çelmeleyerek son hızla koşuyoruz. Büyük, büyük, büyük başarılar insanlığı nereye götürüyor? Doğanın milyonlarca yıllık birikimini, uygarlıkların binlerce yıllık mirası 250 yılda yok edildi. Ekolojik bir çöküş yaşanıyor. 2050 yılında yıkanacak su bulamayan insanlar sadece silinerek temizlenmeye alışacaklar. Amazon ormanları, canlı türleri, yerel kültürler hepsi ortadan kaldırılıyor. Bizler milyarlarca kutucuktan oluşan bir matrisin birkaç kutucuğunda değişim adına çabalarken büyük fotoğrafta sahte bir uygarlığın dünyayı nasıl yok ettiğine tanık oluyoruz. “Sizin düşünmenize gerek yok; Biz düşünüyoruz; zaten hepinizi hackleyeceğiz. Duyu organlarınızla beyniniz arasına girip ne görmeniz, ne duymanız, ne hissetmeniz gerektiğini biz belirleyeceğiz. Size şah damarınızdan daha yakın olma projemiz var; yeni tanrınız biziz; ve buna gönüllü olarak, para vererek katkı sağlayacaksınız” diyorlar bir anlamda.
Düşünmemize pek gerek yok. Düşünün! Bir derste öğretmen zaten bildiği konuları belleğinden öğrencilere aktarıyor. Belirli bir plan ve düzen içinde aktarıyor. Düşünmesi gerekiyor mu? Hayır. Çünkü konu belleğinde zaten var. Anımsaması yeterli. Öğrenci tarafına bakalım: Ne yapıyor? Öğretmenin anlattıklarını belleğine alıp sınavda tekrar ediyor. Sınavda hatırlayan başarılı oluyor. Düşünmesi gerekiyor mu? Hayır. Ama bu sürecin sonunda başarılı olanlar ve başarısız olanlar var. Neye göre? Belleğe göre. Soru çözme kalıp, şablon ve tekniklerine göre. Her sınıfta “düşünme performans ölçer” makinesi olsa ve ders sonunda “bu sınıfta hangi genişlik ve derinlikte düşünme gerçekleşti?” sorusunun yanıtını verse mesela. Ne olur sizce?
Çok tüketilen kelimelerden biri olan ilham kelimesini ele alalım şimdi de. Başarıyla ve yaratıcılıkla beraber en çok kullanılan kelime ilham.
Gerçekten ilhamın büyüsü algılandığı için mi, yoksa tüketilecek kelimeler listesinde olduğu için mi bu kadar sıklıkla kullanılıyor bilmiyorum. İçinde çocuklara olan tutkunun ateşi yanmayan birisi ilham verebilir mi? Her şeyden önce ilham okulda rastlanan bir şey midir? Niçin bütün ilham ürünü yaratıcı eserler üniversitelerin, okulların dışında, aykırı ve saygınlığı reddeden insanlar tarafından gerçekleştirilir. Çünkü tüm dünyada üniversiteler, okullar kurumsal olandır. Çünkü okul, biçimlendirendir. İlham sessizlikte ortaya çıkar, gürültüde değil. Çocuğun memurlaştığı sınıflarda ilham olabilir mi? Başarının mutlak değer olarak odağa alındığı toplumda ilham verici olmanın +1 özellik olarak yansıtılması olsa olsa sahte ilhama yol açar. İlham mesaide çıkmaz. İlham uykunun dışında, gerçeğin ucunda, gözümüzü kapadığımızda ortaya çıkar. Bugünün insanı kendisine o kadar yabancılaşmış ki, ilhamı getirecek olan kendi kendisiyle baş başa kalmaya bile cesaret edemiyor. Yalnız kalınca hemen telefon, televizyon, müzik, yemek, konuşmak gibi şeylere sığınıyor. Yani kendisiyle yalnız kalmaktan korkuyor çağdaş insan… Gözünü kapatıp kendisiyle baş başa kalmaya cesareti olmayan insan…
Öğretmenlik tüm dünyada ilhamı konuk edemeyecek kadar profesyonelleştirildi. Öğretmenler eğitim tarihinin yükünü taşıyan, birbirinden bağımsız binlerce kavram ve terimi sırtlanan, geçim kavgasıyla meşgul, sınıfta iktidar kurmaya çalışan profesyoneller haline getirildi. Tüm dünyada öğretmenin işini ve işlevini herkes didikliyor ve bir parçasını elinden alarak hükmünü zayıflatıyor. Sonra da suç öğretmene atılıyor.
Zamanında Hindistan’daki Tac Mahal’i yaptıran Şah Cihan, oğlu Orangzeb tarafından devrilmiş ve her türlü konforun olduğu bir sarayda hapsedilmişti. Orangzeb babasını üzmemek için ne isterse yerine getiriyordu. Ama Şah Cihan tek bir şey istedi; “Bana otuz çocuk verin, onlara eğitim vereyim” dedi. Oğlu kabul etti ve Şah Cihan’a otuz çocuk yollandı. O tekrar imparator olmuştu işte. Hükmetme ihtiyacını çocuklar üzerinde gideriyordu. Karışan yoktu.
Bir öğretmen, öğretmenliğin kendi öğrenme ve olgunlaşma yolculuğu olduğunu içselleştirmesine izin verilmiyorsa o hükmeden bir memurdur. Bu tür memurun ilham vermeye çalışması zaten beklenmez. Çünkü ilham, verilmez alınır. İlham, içten dışa doğru bir eylemdir, etkinlik değildir. Dışardan içeri verilebilen bir nesne hiç değildir. Söyler misiniz lütfen; Bir çocuk mu daha fazla ilham vericidir, yoksa bir öğretmen mi? Çocuk gözlerinin olduğu bir yerde, daha başka ilham verici bir şey olabilir mi? Sadece, tutkunun yakıcı alevini hisseden bir öğretmen ilham verebilir. Ne var ki öğretmeni tutkudan uzaklaştırmanın bin bir yolunu inşa etmekle meşgulüz.
Küheylan Equus adlı tiyatro eserinde Dr. Dysart şöyle diyor: Bir psikolog tutkuyu yok edebilir ama bir tutkuyu asla yaratamaz. Arada “kim kimi tedavi etmekte” diye de soruyor kendi kendine. İlham yürekte yaşar. Sadece üretmenin tadına bakmış biri ilhamdan söz edebilme ihtimaliyle karşılaşabilir. Dünyadaki okulların ilham verebileceği fikri kocaman bir illüzyon. Hitlerin otobiyografisinde söylediği çok önemli ancak değersiz bir söz var. Der ki Hitler; hakikat sıkça tekrar edilen ve bu sayede, bir yalan olduğu unutulmuş olan bir yalandır. İlhamın bugünkü dünya eğitim sistemleriyle ilişkilendirilmesi böyle bir illüzyon. İlham okula sadece tutkulu bir öğretmenin yüreğinde gizlice girebilir. Onu sadece çocuk yürekleri görebilir, başkaları değil…
Bunun için ihtiyacımız olan tek şey öğretmenin öğretmen olmasının yollarını açmak.